Merhaba,
Ben de bir öykü eklemek istiyorum.Gerçek,yaşanmış bir olay.İsimleri,mekanları değiştirip ,kendimden de bir şeyler katarak yazdım.İşte böyle bir şey çıktı ortaya,umarım beğenirsiniz.Yorumlarınızı almak isterim.
İKRAM
Telefon ısrarla çalıyordu.Nurcan sabahın erken saatlerindeki o tatlı ve derin uykusundan güçlükle uyanıp başucundaki telefona uzandı:
‘’Alo,Abla,kaç keredir çaldırıyorum,kimseden ses yok.Hasta mısın yoksa,merak ettim seni.’’
Arayan kız kardeşi Aycan’dı.
‘’Hasta falan değilim,uyanamadım.’’
‘’Senin Cuma sabahları dersin yok muydu?Yanılıyor muyum yoksa?’’
‘’Yanılmıyorsun dersim var ama bugün beni okula Mehmet bırakacak,yarım saat daha uyumayı kar saymıştım kendime.Her gün erken kalkmaktan bıktım.Peki sen neden bu saatte aradın,kötü bir şey mi var,annemler iyiler mi?’’
‘’Endişelenme,yok kötü bir şey.Kızlar sıkıldılar,hafta sonuna Antalya’ya gelmek istiyorlar.Biliyorsun Burdur küçük yer,eğlence bulamıyorlar.Bir de hafta sonu orada takı ve çiçek fuarı varmış,görmek istiyorlar.Erkenden aradım ki bir planınız programınız var mı diye.’’
‘’Yok,önemli bir şey yok,gelin siz,ama bir dakika,Sayıştay Başkanı Mustafa Bey burada.Biliyorsun eniştenin uzaktan akrabası olur.Otelleri denetlemek için gelmiş,akşam onunla yemeğe çıkacaktık.’’
‘’O zaman biz haftaya gelelim.Nasıl olsa okulların kapanmasına da az kaldı.’’
‘’Kızım,o zamana kadar fuarlar kapanır,hem onu siz de tanıyorsunuz.Sakıncası yok,gelin siz.Hem Burak da burada,bir haftalık tatili var,onu da görmüş olursunuz.’’
‘’Tamam,bir bakalım,Selçuk’la bir konuşayım,ya ablacığım,kusura bakma uyandırdım seni.’
‘’Dert etme ,nasıl olsa uyanacaktım,bir emekli olsam da kurtulsam şu erken kalkmalardan!’’
Nurcan ve Aycan Burdur’lu öğretmen bir karı-kocanın kızlarıydılar.Anne-babaları onların da öğretmen olmalarını istemişler ve kızlar buna itiraz etmemişlerdi.Nurcan’ın branşı tarih,Aycan’nınki ise matematikti.Kardeş olarak ilişkileri de güzeldi,uzak yerlerde değildiler ama birbirlerine duydukları özlem hiç bitmezdi.Nurcan evlenip Antalya’ya yerleşti,Aycan da Burdur’a.
O gün okul sonrası hazırlanıp yola koyuldular.Artık haziran güneşi gün batımına doğru bile yakıyordu.Yol kenarındaki tarlalarda buğdaylar sararmıştı.Bu kısa yolculuktan sonra kapıyı Nurcan açtı:
‘’Oo,hoş geldiniz,iyi ki de geldiniz,özlemiştim sizleri.’’
‘’Biz de öyle ablacığım,Burak nerede?’’
‘’Arkadaşlarıyla buluştu,gelir birazdan.’’
Burak Ankara’da veterinerlik okuyordu,okulu bu sene bitecekti.
‘’Eşyalarınızı bırakıp hemen hazırlanın.Geçen yıl yeni bir otel açıldı.Mustafa Bey o oteli de denetliyor.Ayrıca Hakkı Bey ve eşi de var.Hakkı Bey buradaki en büyük ayakkabı mağazasının sahibidir.Mehmet hem bu otelin hem de Hakkı Bey’in muhasebe defterlerini tutuyor.’’diyerek açıklama yaptı Nurcan.
Otel gerçekten çok güzeldi.Lara yolu üzerinde,denize karşı,modern bir mimariye sahip büyük bir oteldi.Bahçesi özenle düzenlenmişti,daha doğrusu küçük bahçeciklerden oluşan geniş bir yeşil alanı vardı.Özel ışıklarla aydınlatılmış,büyük giriş kapısından içeri girdiler.Daha ileride resepsiyonu geçtikten sonra çok zengin bir açık büfe yerleştirilmişti.Büfenin sağ tarafında yine büyük bir restoran yer almaktaydı.Açık büfede yemeklerin başında tiril tiril beyaz giysileri ve şapkalarıyla aşçılar beklemedeydi.
Onlar dışarıya,bahçeye çıkmayı tercih ettiler.Birkaç genç garson onlara yol gösterdiler.Özel olarak ışıklandırılmış,büyük bir çam ağacının altında bir masaya yerleştiler.Masaları gerçekten diğer masalardan farklıydı.Her ayrıntıda bir özen ve incelik göze çarpıyordu.
‘’Abla,neden otele’’Moonlight’’ismini vermişler ki,’’Ayışığı’’demek yerine?’’
‘’Bakıyorum İngilizcen körelmemiş daha,unutmamışsın.’’
‘’Lisedeki İngilizce öğretmenim sayesinde,canım.’’
‘’Biliyorsun,özellikle turistik bölgelerde otelliklerin,pansiyonların ve hatta mağazaların ve barların adları genellikle İngilizcedir.Bazen de İtalyanca,İspanyolca veya Fransızca olanlarına da rastlıyoruz.Sanıyorum yabancı konukların aklında kalıcı olsun,belki de kendilerini memleketlerinde hissetsinler diye böyle yapıyorlar.Tabii ki bu yalnızca benim tahminim.Belki de başka bir açıklaması vardır bunun.
‘’Ama Abla, bu ,bunu uygulayanlar için mantıklı olabilir belki fakat ben buna karşıyım.Zaten Türkçe’mizde yabancı sözcükler gitgide çoğalıyor.Yabancı sözcüklerin dilimizde,günlük yaşantımızda böyle ya da daha başka şekillerde kullanılması kendi dilimizi yozlaştırıyor.’’
‘’İyi de hayatım buna engel olabiliyor muyuz,çevrene bir bak,en basitinden şu otelin içinde karşılaşabileceğin yabancı sözcükleri düşün.Otel,bar,resepsiyon,restoran,disko,şef,servis gibi.Hemen aklıma geliverenler.Peki Aycan nasıl bir çözüm bulunabilir buna?’’
‘’Öncelikle okullarda başlanabilir bunun çözümüne.Ders kitapları yazılırken yabancı sözcüklerden mümkün olduğu kadar uzak durmalı,Türkçe sözcükler tercih edilmeli.’’
‘’Elbette, bu bence de en iyi çözüm.Böylece çocuklar daha ilkokulda doğru Türkçe’yle tanışırlar,Türkçe’yi doğru kullanmayı erken yaşta öğrenirler.
Onların bu sohbetini diğerleri karışmadan dinliyorlardı.Aycan bu kez Hakkı Bey’e bir soru yöneltti:
‘’Hakkı Bey,mağazanızın adı nedir?’’
‘’Ayakkabı Rüyası,Aycan Hanım.’’
‘’İşte bu kadar!’’Shoes Dream’’ yerine ‘’Ayakkabı Rüyası olunca satılmayacak mı ayakkabılar?’’
Garsonlar gerçekten arı gibi çalışıyorlardı.Servislerinde ve gösterdikleri ilgide farklı bir özen ve dikkat göze çarpıyordu.En ince ayrıntıya bile dikkat ediyorlardı..
‘’Bu otel açıldığından beri sık sık uğrarız Nurcan’la buraya ama bu akşamki kadar farklı bir ilgi görmemiştik.’’dedi Mehmet Bey.
‘’Evet,tüm ikramlar ve yemekler çok özel.Sanıyorum otelin sahibi Ali Bey burada konuk olarak bulunuyorum diye özenmiş böyle her şeye.’’Mustafa Bey’den geldi bu söz.
Yemeğin sonuna doğru gençten bir garson çok büyük ama gerçekten çok büyük,çok güzel hazırlanmış bir meyve tabağını masanın ortasına yerleştirdi.Hiç bir şey söylemeden de dönüp gitti.Meyvelerin düzenlenmesi,yerleştirilmesi çok göz alıcıydı.Aralarında yanan mumlar vardı.Ama bir tanesi vardı ki çok değişik ve ilginçti mumların.Uzun bir su bardağı şeklindeydi.İçine parmak büyüklüğünde renkli metal çubuklar yerleştirilmişti.Bu çubukların üzerine de kirazlar yaprak ve saplarıyla ağaçtan sarkar gibi konmuştu.Ve yanan mum sanki küçük bir kiraz ağacını aydınlatıyor gibiydi.
Hemen masadan beğeni sözcükleri ve çeşitli yorumlar gelmeye başladı:
‘’Oo,gerçekten harika bu tabak,hiç böylesini görmemiştim.Bu banadır mutlaka,Sayıştay başkanı olduğuma göre.Ali Bey’e teşekkür edeyim bari birazdan.’’dedi Mustafa Bey.
Hakkı Bey de tahminini şöyle dile getirdi:
‘’Ali Bey’in eşi ve kızları bizim mağazadan alışveriş yaparlar.Sıkı da bir dostluğumuz vardır.Olsa olsa bana göndermiştir.’’
‘’Bana da gelmiş olabilir bu tabak.Bu oteli açmadan önce de uzun yıllardır onun muhasebe defterlerini tutuyordum.’’Bu tahmin de Mehmet Bey’dendi.
Bayanlar ve Selçuk Bey’den hiç ses çıkmadı.Beş dakika sonra bir garson geldi,doğruca Aycan’a yöneldi,sessizce bir şeyler söyleyerek avucuna bir kağıt bırakıp gitti.Kağıdı okuyan Aycan’ın yüzünde şaşkınlık okunuyordu.Herkes meraklanmıştı:
‘’Aycan Hoca hanım ne yazıyor o kağıtta?’’diye sordular.
Okudu Aycan:
‘’Çok sevgili öğretmenim,bu benden size bir armağandı.Afiyet olsun.’’Şef Nuri
Aycan hala şaşkındı:
‘’Ama nasıl olur,ben hep Endüstri Meslek Lisesinde çalıştım.Benim nasıl bir aşçı öğrencim olabilir?’’
Herkes şaşırmıştı ve bir yanlışlık olduğunu düşünüyordu.Yine beş dakika sonra aşçı giysileri içinde uzun boylu,beyaz tenli,yakışıklı bir genç adam masaya gelerek doğruca Aycan’a yöneldi.
‘’Hocam elinizi öpeyim.’’
‘’Şef Nuri siz misiniz?diyerek yine aynı şaşkınlıkla sordu Aycan.
‘’Evet hocam,nasılsınız,açık büfenin önünden geçerken sizi gördüm ve hemen tanıdım.Ama siz beni görmediniz,Ben sizin Burdur Endüstri Meslek Lisesinden öğrencinizim.92-93 dönemi motor bölümünden.’’
‘’İyi de şu anki mesleğinle hiç ilgisi yok.’’
‘’Evet,hocam,ben zaten motor bölümünü severek okumamıştım.Benim için zaman kaybı oldu orada okumak.Yanlış yönlendirildim ailem tarafından.Hep aşçı olmayı hayal ediyordum ve bu konuda da yetenekliydim.’’
‘’Peki nasıl aşçı oldun,bu iş de bir eğitim gerektiriyor.’’
‘’Okulu bitirdikten sonra dört yıl kadar bir oto tamirhanesinde çalışıp biraz para biriktirdim.Daha sonra İtalya’ya gidip bu işin eğitimini aldım.Orada evlendim,eşim İtalyan.Sonunda gördüğünüz gibi buradayım.Biraz geç oldu ama şu an sevdiğim işi yapıyorum.’’
‘’Meyve tabağı için gerçekten çok teşekkürler,Nuri.Gerçekten çok özeldi,hele o mumdan yapılmış kiraz ağacı.’’
‘’O benim icadım,hocam,mumu kendim yaptım,süslemesini de.Hiçbir lokantada aynı şeyi göremezsiniz.Bir farklılık yapmak istedim.’’
‘’Evet,bir farklılık yaratmışsın,hepimiz bayıldık.’’
‘’Hocam,sizin de yaptığınız farklı bir şey vardı.Yalnızca siz yapardınız.Yeni bir konuya başlayacağınızda parmak uçlarınızda yükselir,karatahtanın yetişebileceğiniz en yüksek yerine renkli tebeşirlerle konu başlığını yazardınız.Ama biraz komik olurdunuz hocam.Parmak uçlarında danseden bir balerin gibi.Hiç üşenmeden her harfi farklı bir renkle,rakamları ise bir büyük bir küçük olarak yine renkli tebeşirlerle yazardınız.Farklı olmak ve farklılık yaratmak unutulmuyor öğretmenim.’’
Sarıldılar,Aycan öptü Nuri’yi.Antalya’ya gelişlerinde birbirlerini aramaya söz verdiler.
O gece Aycan hemen uyuyamadı,hatırlanmak ve unutulmamak güzeldi.Heyecanlıydı.Sabahleyin de erkenden uyandı.Ablası kahvaltı hazırlıyordu.
‘’Abla,güzel rüyalar gördüm dün gece.’’
‘’Görürsün tabii.Güzel bir sürprizle karşılaştın dün gece.Ne gördün bakalım?’’
‘’Ak sakallı bir dede bana bir küfe dolusu ağaç fidanı verdi ve kocaman bir bahçe gösterdi.’’Bu fidanları bu bahçeye dik ve sula kızım.’’dedi.Ne ağacı olduğunu da söylemedi.Daha birini dikerken fidanlar büyüyor,ağaç oluyor, meyve veriyordu.Başımı kaldırıp baktığımda gördüm ki hepsi de kiraz ağacı.’’
‘’Diktiğin fidanlar çoktan büyüyüp de meyveye dönmüş,Aycan.İşte dün gördün bunlardan birini!’’
‘’Evet ablacığım,bu mesleğin de en güzel yanı bu işte.!’’